Ruh sağlığı beden sağlığımızın önemli bir parçası olup kendimizi nasıl hissettiğimiz, karar verme mekanizmalarımız, üretkenlik gibi birçok beyin fonksiyonu üzerine etkileri mevcuttur. Ruh sağlığımızı belirleyen birçok faktör olup bunların düzeltilmesi için multisektörel bir yaklaşım gerekmektedir.
Dünya Ruh Sağlığı Günü, Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu’nun bir projesi olup 1992 yılından bu yana her yıl 10 Ekim’de kutlanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ruh sağlığı politikasını; ruh sağlığını geliştiren ve ruhsal bozuklukların toplumsal yükünü azaltan prensipler, değerler ve amaçlar kümesinin düzenlenmesi olarak tanımlamaktadır. Ruh sağlığının insan gelişimi ve yaşam kalitesi ile sıkı bir biçimde ilişkili olması, ruhsal bozuklukların dünya genelinde belirgin bir hastalık yükü oluşturması ve ruh sağlığı ile ilgili girişimlerin yaşama geçirilmesi için pek çok farklı sektörün katılımının gerekmesi sebebiyle ülkelere ruh sağlığı politikası, eylem planları ve programları oluşturmalarını önermektedir.
DSÖ’ nün 2001 yılında ilk Ruh Sağlığı Raporunu yayınlamasının üstünden 20 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen bu alanda alınan aksiyon planları halen sorunun çözümü açısından yeterli değildir.
DSÖ’ nün Ruh Sağlığı raporu doğrultusunda yapılması gerekenlerin başında sağlığı kötü yönde etkileyen ruh sağlığı sorunlarının görülme sıklığının azaltılması ve insanların stresli yaşam olayları ile başa çıkabilme yeteneğinin arttırılması gerektiği ve halen yüksek intihar hızlarına sahip ülkelerde ve nüfus gruplarında intihar hızının en az üçte bir oranında azaltılması gerekmektedir.
Dünyada her 8 kişiden 1’i ruhsal sorun yaşamaktadır. Tüm dünyada yaklaşık 1 milyar kişi herhangi bir ruhsal bozukluk tanısına sahiptir. Yaş ve cinsiyete göre değişiklikler olmakla beraber kadın ve erkeklerde en sık görülen ruhsal bozuklular depresyon ve anksiyete bozukluklarıdır. İntihar girişimi gençlerde daha sık görülmekle birlikte intihar girişimine bağlı 1 ölümün arka planında ortalama 20 intihar girişimi düşmektedir. Her 100 ölümden biri ise intihar girişimi sonucu olmaktadır. Oysa ki intihar girişimi sonrası profesyonel destek alan hastalarının çoğunluğunun uzun süreli takiplerde destek almayanlara göre riskinin azaldığını gösteren çalışmalar mevcuttur. Bu çalışma sonuçları da ruh sağlığı konusunda profesyonel desteğin önemini desteklemektedir. Buna karşın ülkelerin sağlığa ayırdığı bütçenin sadece %2 ‘si kadarı ruh sağlığına ayrılmaktadır. Ayrıca halen birçok toplumda yerini koruyan etiketlenme (Stigma) kaygısı, profesyonel desteğe ulaşmanın önünde engel teşkil etmektedir. Bu sorunun üstesinden gelmek için ruhsal hastalık ve bozuklukların diğer bedensel hastalıklardan farklı olmadığı konusunda toplumsal önyargıyı kıracak bilgilendirme ve eğitimlerin gerekliliği açıktır.
Özellikle Covid-19 pandemisi sonrasında ruhsal sıkıntılarla olan başvurularda gençlerde fazla olmak üzere ciddi bir artış mevcuttur. Küresel olarak kadınlar ve gençler pandeminin sosyal ve ekonomik etkilerinden daha çok etkilenmişlerdir. Tutuklular, engelli bireyler, uzun süre bakımevlerinde kalanlar, aile içi şiddete maruz kalanlar daha fazla risk altında olan gruplarken sosyal ve çalışma hayatının getirdiği stres ise çalışan ve üreten tüm bireyler için bir risk faktörüdür. Ayrıca savaşlar, göçler ve iklim değişikliklerinin de ruhsal iyilik hali üzerine olumsuz etkileri mevcuttur.
Tüm bu risk faktörleri beraber ele alındığında; gıdaya ulaşımın sağlanması, sağlıklı ve kaliteli bir yaşamı güvence altına almak, herkesin nitelikli eğitime ulaşması, cinsiyet eşitliği, iklim krizi ile mücadele, huzur ve barış ortamının sağlanması ve göçmenlerin insani haklara erişiminin sağlanması gibi müdahaleler ruhsal hastalıkların görülme sıklığını azaltmak için zorunlu müdahaleler halini almıştır.
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü için DSÖ’nün üzerinde önemle durduğu öncelikler şunlardır;
1. Ruh sağlığı hizmetlerini finanse etmeye öncelik vermeliyiz. Ülkelerin sağlık hizmetleri bütçelerinin % 2’sinden daha azını ruh sağlığı hizmetlerine harcadığı tahmin edilmektedir. 2019’da yaklaşık bir milyar insanın zihinsel bir bozuklukla yaşadığı düşünüldüğünde, hizmetlerin yürütülmesi için radikal bir şekilde yetersiz kaynakları arttırmalıyız.
2. Kendimizi ve bize hizmet sunan bilim insanlarımızı ruh sağlığı anlayışıyla geliştirmeliyiz. Ruh sağlığı çalışanlarının söylemlerini dikkate almalı ve onların deneyimlerinden maksimum oranda fayda görmek için gerekli sağlık politikaları geliştirmeliyiz.
3. Kendi ruh sağlığımızı korumaya ve geliştirmeye öncelik vermeli, çalışanların gelişmesini sağlamak için işyeri uygulamalarını analiz etmeli ve ruh sağlığı için güçlü bir toplum desteği olmasını sağlamalıyız.
4. Bireysel olarak ruh sağlığının önemini anlamalı ve bu konuda yardım almanın bilince varmalıyız. Stresli yaşam ve çalışma koşullarında bireysel başetme yöntemleri geliştirmeliyiz. Bunun için stresin yaşamın kaçınılmaz bir parçası olduğunu kabul etmek ancak zarar verici düzeye gelmeden günlük hayatımızda spor ve hobiler gibi stresle başa çıkmada yardımcı yöntemleri hayatımıza aktif olarak sokmalıyız. Gerekli sosyal desteği alabileceğimiz kişilere ulaşmak konusunda çekimser olmamalıyız.
Ülkemiz açısından ise sadece ruh sağlığı çalışanlarını veya ruhsal hastalıkları olan kişileri değil tüm toplumu ilgilendirecek şekilde bilimsel, önleyici, insana yaraşır şartlarda ruh sağlığı hizmeti sunulmasını sağlayacak toplum temelli Ruh Sağlığı Yasası’nın en kısa zamanda kazandırılması gerekmektedir.
Dr. Öğr. Üyesi Sanem MERSİN
İzmir Bakırçay Üniversitesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi